Berna Köker Poljak | Ölüm ve Keder Doulası


Ne zaman ölüm hakkında bir şeyler yazmaya otursam, kendimi hep aynı soruyla başbaşa buluyorum; sanki tek yönlü bir sokağa girmişim gibi. Belki de bu soru beni tanımlayan bir imza haline geldi. Bu soru olmadan, ölüm hakkında yazılan hiçbir şeyin tamamlanamayacağını düşünüyorum.

Soru şu: Nasıl yaşamaya başlayabilirim?

Öncelikle, ölüyor olmaya ait gerçekliklerin ortaya çıkması için kafa karışıklığının gerekli olduğuna inanıyorum. Çünkü yalnızca kafası karışmış bir zihin, papağan gibi tekrarladığımız cümleleri yinelememizi engeller. Ve bu soru tam olarak bu görevi yerine getiriyor. Nasıl yaşıyorsak, öyle öleceğiz. Ölümü anlamak için nasıl yaşadığımızı anlamamız gerekiyor.

Benim yolculuğum tam da burada başladı. Oğlum on beş aylıkken, beyninin sol tarafının küçülmesine neden olan bir nörolojik rahatsızlık geçirdi ve neredeyse iki yıl boyunca bu küçülmenin durup durmayacağını bilmeden, her an ölebileceği gerçeğiyle yaşadık. Tıbbi terimlerle, oğlumun durumu atrofi olarak adlandırılıyor; literatürde, bir zamanlar normal boyutta olan bir organın küçülmesi olarak tanımlanır. Kelimenin kökenine baktığınızda, Latince’de “israf” veya “beslenme yetersizliği sonucu oluşan durum” anlamına geldiğini görürsünüz. Bunu bir metafor olarak kullandığımda ise şu soruya dönüşüyor: Ne israf ediliyor?

Yaşam...

Az önce yazdığım sorunun zorluğu, ölüm ile hayat arasındaki karşılıklı ilişkide yatıyor. Aslında soru şuna işaret ediyor: Yaşamak ne anlama geliyor?

Ne yazık ki ölümden bahsederken sadece korkularımıza odaklanmak, hem ölüm hem de yaşam konusundaki bakış açımızın genişlemesini engelliyor. Ölümün yaşamın bir parçası olduğu gerçeğinden nasıl ve neden bu kadar uzaklaştığımızı düşünmemiz gerekiyor.

Hepimiz bir gün öleceğimizi biliyoruz. Ancak çocukluktan itibaren, hayatı kontrol edebileceğimizi düşünerek ve sınırlı varlıklar olduğumuzu unutarak, sanki sonsuz bir şekilde her istediğimizi talep ve elde etme hakkımız varmış gibi yaşıyoruz. Zamanla hayatın bize cömertçe sunduğu sağlık veya nefes alma gibi hediyeler, hediye olma niteliklerini yitirip, sahip olmamız gereken haklar haline dönüşüyor; bu da dilimize hastalık veya ölümle savaşma gibi ifadeler olarak sızıyor.

Ölümün farkında olmanın, çoğu kişisel gelişim tekniğinden daha özgün ve aynı zamanda daha vahşi bir enerjiyle bizi bağladığına inanıyorum. Bu enerji alanı, mutluluk umuduyla peşine düşülen yöntemlerin varolamayacğı bir yerdir.

Gerçekte, bu alanda olan şey, kalplerimizin her ilkbaharda doğanın yeniden canlanmasını sağlayan ve zamanı gelen bitkilerin ölü bedenleriyle toprağı besleyerek geldikleri yere geri döndüğü o vahşi güçle buluşmasıdır.

Bu hem güçlü hem de aynı zamanda rahatsız edici, değil mi?

Bu gücü ne kontrol edebiliriz, ne planlayabiliriz, ne de ondan kaçabiliriz. Tek yapabileceğimiz, ona saygı duymak ve onunla işbirliği yapmaktır. Elbette, her işbirliği gibi, bu ortaklığın bizden beklentileri vardır; ölümü hayatın döngüleri içinde yerine geri koymak ve nasıl yaşamaya başlayacağımız sorusunu daha derinlemesine düşünmek.

Çünkü ölüm bizden, hayatı sürekli yenilenen bir keşif olarak yaşamamızı istiyor.

"Bu dünyaya verebileceğiniz en kutsal hediye bilge bir şekilde ölmektir" diyor Stephen Jenkinson.

Benim için bilgece ölmek, benim ve sevdiklerimin öleceği -veya zaten ölüyor olduğu- gerçeğiyle yaşamak ve bu çıplak gerçeği kalbime mümkün olduğunca yakın tutmak anlamına geliyor.

Bu, gündelik işlerinizin peşinden koşarken ya da her gün ölüm döşeğinizi hazırlarken sürekli kendinize öleceğinizi hatırlatmak anlamına gelmez. Ne de ölümü yüceltmek ya da ona tapmak demektir.

Bu, hala sağlıklıyken ya da günlük işlerinizle meşgulken, bir gün kendinizin veya sevdiklerinizin ölüm döşeğini hazırlayacak olan yanınızla bir ilişki kurmaya başlamak, arka planda sınırlı ve geçici doğanızla uyum içinde olmak anlamına gelir.

Bu basit ve bazıları için üzücü olan gerçekle kalmaya ve hala nefes alıyorken ''burada ve şimdi'' yaşayarak ölümü anlamaya çalışıyorum.

Berna Köker Poljak
Temmuz 2024, Sydney


Editörün notu: Aslen Türkiyeli olan Berna, Avustralya'ya taşındıktan sonra 2018 yılında ilk Ölüm Doulası eğitimini aldı ve o zamandan beri Ölüm ve Keder Doulası olarak çalışıyor. Doula hizmetine ek olarak, aynı zamanda bir yazar, podcaster, The Last Ecstatic Days filminin Avustralya Ulaşım Koordinatörü ve Türkiye'deki Wisdom of Grief and Death Platform'un kurucu direktörüdür.


The Death Letter Project welcomes your comments and feedback. Please feel free to leave a comment on our Facebook page or alternatively submit a message below.